Italya Macerasi

Iyi geliyor insana bu gitmeler. Hava yagmurlu da olsa, gormek istediginiz yerlerin yarisini gormeye vaktiniz kalmasa da, geride bir dunya yapilmasi gereken is biraksaniz da... Her seyi bir iki gunlugune arkada birakip yeni sokaklar, yeni insanlar gormek ruhuna taze bir nefes veriyor insanin...

Tatil


Bir kaç gün buralarda olamayacağım, ezkaza uğrar da bu kız nerede diye düşünürseniz bilin ki  yağmurlu havada Arno nehrinin kıyısında yürüyüş yapıyor, Pisa kulesinin önünde o klasik ‘’kuleyi düzeltme’’ pozu veriyor, Floransa'da bir sanat galerisini geziyor  ya da sokak arasındaki küçük bir çantacıda 1555. çantamı almak için o çantaya ne kadar ihtiyacım olduğuna dair kendime bahaneler üretiyor olabilirim.
Sevgiyle kalın!

Fotograf : Arno river by Jerry Alcantara

Gecelerden bir gece


Müzik,çimlerde bir sürü insan, serin bir temmuz gecesi... Şehri sarmalayan göl gecenin lacivertini büyük bir misafirperverlikle buyur ederken derinlerine  ağzımda naneyle karışık alkol tadı, yanımda insanlar

var.ama yoklar.Konuşmalar yabancı, kahkahalar sanki başkasından ödünç alınmış. Ben galiba tüm gerçek kahkahalarımı senin için gizli bi kuytuda bekletiyorum. Nefes alırken sen, verirken gülümsemen... Serin bir rüzgarla dokunuyorsun tenime, çimlere oturduğumda gölgen sarıyor belimi, çok yakınımdasın, fısıldasan duyacağım, fısıldamıyorsun...


  Hadi diyor insanlar, gitme vakti. Bir yerlerde hayat akıp giderken , o göl o pırıltılarla mutlu mutlu  dalgalanırken ve birileri orada gülerken,
                                                      severken,
                                          dans ederken, bir adam bir kadının saçlarının kokusunu içine çekerken belki...gitmek gerekiyor. Dört tarafi kapalı, gökyüzünden arınmış evlere...

Arabaya biniyoruz. Gözlerimi kapatıyorum. Sanki kirpiklerime tutunmuşsun gözlerimi kaparken süzülüyorsun içime... Öyle gerçeksin ki sevgilim... Bak işte ellerin, o çok sevdiğim benin, gözlerin kahverengisinin koyusunu bildiğim, dudakların, hayatımda gördüklerimin en güzeli... Aralanıyorlar, tadını alıyorum, usulca öpüyorum, bir tek sen..ben...

"Geldik".diyorlar. Geldik,eve gitme vakti...

CERN’de Tatbikat


CERN’de her binanın bir numarası vardır. Örneğin biri size ofisini tarif edeceğinde 42-2-021 gibi sayılar söyler (Bina numarası,kat sayısı,oda numarası). 2008’de, ilk geldiğimde bu sisteme çok şaşırmış ve bir çok kere toplantıların olduğu salonları bulmakta zorlanmıştım. Zamanla alıştım. Herneyse, en popular binalardan biri 40 numaralı binadır. Bir çok toplantı bu binanın çeşitli salonlarında ya da ortasındaki kafeteryada yapılır.

Aşağıdaki fotograf 40 numaralı binada CMS  çalışanlarının ofisinin olduğu kısımı  (LHC’nin dört büyük deneyinden biri)ve duvarlarda CMS’in birebir boyutlarındaki bir resmini gösteriyor.


Biz Candan’la ( sevgili arkadaşıma selam olsun :))  40 numaralı binadaki bir açık ofiste çalışıyoruz genelde. Kullandığımız ofisin manzarası da 40’ın ortasındaki kafeterya.


Dün bilgisayara dalmış çalışırken birden insanlar masamın sağını solunu doldurup aşağıya bakmaya başladılar. Kafamı kaldırıp gürültü yapmalarına biraz da sinirlenerek
"İlginç bir şey mi var?" diye sorduğum anda yukarıya doğru yükselen dumanları farkettim. Aşağıya göz atarken kafeteryanın kenarında bir adamın yerde bir şeyler yaktığını gördüm ve tam o anda yangın alarmları çalmaya başladı, birdenbire üzerlerine fosforlu 'Safety' yelekleri geçirmiş bir sürü insan katlar arasında koşturmaya ve bizleri yangın merdivenlerine yönlendirmeye başladılar. Candan’la koşturarak aşağıya indiğimizde birbirimizin kucağındaki laptoplara bakıp güldük ve dışarıda toplanan neredeyse tüm fizikçilerin de laptoplarını yanlarında getirdiğini görünce yalnız olmadığımızı anladık :)

Görevliler hepimizi binanın yanındaki buluşma noktasında topladı. Cenevre’ye hala bahar gelmediğinden ve montlarımızı almak yerine laptoplarımıza yapıştığımızdan üşüye üşüye beklemeye başladık. 




İtfaiye geldi, görevliler içeri girip çıkmaya başladılar ve bunun bir tatbikat olduğu söylendi.  Söylene söylene hala duman kokan ofislerimizin yolunu tuttuk.

İlk tatbikat deneyimimi ilkokulda, -Kıbrıs’ta-  okulun tepesinden  müthiş  bir gürültüyle uçan F16’larla yaşamıştım ki bu bambaşka bir travma ve yazı konusu .

Cumartesi Fondüsü


Didar ile tanışıklığımız çocukluğuma dayanır. Ben ortaokula giderken ve Didar bir üniversite öğrencisiyken karşılaştığımızda daha ilk cümlesini bitirmeden çok sevmiştim onu. Cıvıl cıvıldı, etrafına ışık saçan insanlardandı. Aradan yıllar geçti, şimdi Cenevre’de Didar ve kocası Steven’la bir aradayız. İşlerden fırsat buldukça beraber kaçamaklar yapıyoruz. İşte cumartesi günü de
Jura dağının eteğindeki bir otelin restaurantına (Bois Joly) fondü yemeye gittik.

Fondü, salatalar,patatesler ve şarküteri tabağıyla masamız donatılırken hepimiz birer küçük aperitif içtik. Ben tercihimi çok sevdiğim porto şarabından yana kullandım. 



Yemeğe başladığımızda  yolumuza soğutulmuş beyaz şarap ile devam ettik.
Fondünün tuzunu biraz fazla bulsam da geri kalan herkes halinden çok memnundu. Annemin deyimiyle ağzımın tadı bozukmuş. Neyse ki bu sefer porsiyonlar küçük değildi de tıka basa doyduk :)
Fiyatlar ise yine Cenevre’ye gore ucuz, Fransa standartlarındaydı. 




Yemekten sonra arabalara yürürken sonunda baharın buralara da uğramaya karar verdiğini anladık. Yüzümüze çarpan akşam havası  serin serin kucaklıyor ama asla üşütmüyordu.Arabaya binerken sevdiğim insanlarla güzel bir gece geçirmenin keyfiyle dolmuştum. Eve dönüş yolunda  sevgili sevgilimle annem sohbet ederken hafif çakırkeyf kafamla dağ manzarasının keyfini çıkardım.


Not: Fotograf makinesini götürmeyi unuttuğumdan fotoları telefonla çekmek zorunda kaldım. Ne yazık ki çok net değiller.

Annecy gezisi


İşlerimizin yoğunluğundan uzun zamandır sevgilimle (ki kocam da olur kendisi) başbaşa bir şeyler 
yap-a-mıyorduk. Bir süredir haftasonu geldiğinde salondaki koltuğa devrilip film izliyor ya da en fazla öteberi alışverişine gidiyorduk. Cumartesi günü havamız değişsin diye Annecy’ye gitmeye karar verdik. 

Annecy Fransa’nın Savoie bölgesinde gölün kenarında ufacık bir kent. Ben bir masal dünyasına benzetiyorum. Şirin,romantik, sıcacık bir yer. Bizim Fransa-İsviçre sınırındaki evimize arabayla yaklaşık yarım saat uzaklıkta. Dolayısıyla gri Cenevre’den ve bitmek bilmeyen hayat koşuşturmasından yorulduğumuzda kendimizi yarım saat içinde atabileceğimiz bir masal kenti.

Arabamızı göle yakın bir yere park edip göl kıyısında yürüyüşle başladık Annecy gezimize. Çimlere yayılmış insanlarıyla, köpeklerini gezdirenlerle, bisiklet sürenlerle ve gölü seyreden sevgililerle her zamanki gibi içimizi açtı Annecy.



Gölün etrafında şöyle bir turladıktan sonra eski şehirine doğru yürümeye başladık. Bir kaç butikten ufak tefek şeyler aldık ve eski evlerin nasıl bu kadar güzel korunduğuna bir kere daha hayran kalarak sokaklarında başıboş  serserilik ettik.






Saat 18:00 gibi karnımız acıkmıştı, yemek servisine başlamış bir restaurant bulma derdine düştük. Burada Türkiye’deki gibi her karnınız acıktığında istediğiniz restauranta gidip yemek yiyemiyorsunuz. Adamların her şeyleri gibi yemek servisi saatleri de kurallara bağlı. Her restaurantın kendisine ait bir mutfağı açma saati var. Yani öğleden sonra 2 gibi acıkırsanız ya da 5 gibi , kendinizi marketten söylene söylene sandiviç alırken bulabilirsiniz. Neyse biz ufak ve geleneksel tarzda döşenmiş bir restaurant bulduk: ‘la Salle des Gardes’



Uzun bir süredir canımız Fondue istiyordu. Bilmeyenler için fondue kac kişi olursanız olun ortaya getirilen bir tencerenin içinde eritilmiş peynir, şarap ve eğer isterseniz mantardan oluşan bir yemek. Küçük ekmek parçalarına fondue çatallarını batırıp çatallarınızla tencerenin içinde peynir avına çıkıyorsunuz J Çatalınızın ucundaki ekmeği kabın içerisine düşürmek de ayıp sayılıyor. Neyse mantarlı fondu, patates ve salata ısmarladık yanında da beyaz şarap istedik.



Fondue yediğim lezzetli fonduelerden biriydi fakat porsiyonu normale göre çok azdı. Açıkçası biz pek doymadık ama salatalar ve patateslerin desteği ile mide gurultularımızı bastırabildik! 

Fiyatlar Cenevre standartlarına göre ucuz Annecy içinse normal diyebileceğimiz düzeydeydi. 


Bu uzun zamandır başbaşa dışarda yediğimiz ilk yemekti ve karnımızdan çok ruhumuzu doyurdu diyelim J .