Uçaktan indiğimizde kalacağımız yurda gitmek için bir taksiye atladık. İkimizde hiç konuşmadan, büyük bir merakla taksinin camından dışarıyı inceliyorduk. Savaşın izleri her yerdeydi... Binalarda kurşun delikleri, bomba yıkıntıları... İlk anda nedense salakça bir romantizmle yaşananları unutmamak, unutturmamak için binaların yenilenmediğini düşündük. Oysa bir kaç gün sonra tanıştığımız bir Boşnak maddi durumu iyi olmayan insanların evlerini restore ettiremediğini o yüzden her yerde hala kurşun izleri taşıyan, savaşta oldukça hasar görmüş binalar olduğunu söyleyecekti. O takside etrafı izleyerek yol alırken aklıma gelen ilk düşüncelerden biri ''Allah'ım bu nasıl büyük bir acı. Savaş'ın izleri böyle her yerdeyken, her an size yaşanan acıları, hayatını kaybeden insanları hatırlatırken nasıl yaşanır burada?'' idi.
Sonraki günlerde Bosna sokaklarında dolanırken anladım ki doğa kendisinin olana yine el koymuş. Yıkılmış, terkedilmiş, kurşun izleri içindeki harabe binaların içerisinden ağaçlar, otlar olanca yeşillikleri ile fışkırmışlar. İnsanlar tekrar doğaya ayak uydurmaya çalışıyorlar. Her şeye rağmen Bosna'da yaşam var! Tüm şehir nefes alip veriyor!
Bosna'da gördüğüm, gezdiğim yerleri elimden geldiğince sizlere aktarmaya çalışacağım. Bugün ise size Başçarşı'dan bahsedeceğim:
Saraybosna'da üç dil; boşnakça, sırpça ve hırvatça konuşuluyor fakat özellikle müslümanların çoğunlukta yaşadığı bazı kesimlerinde Türkçe anlayan ve basit cümlelerle konuşan insanlara rastlamak da mümkün. Saray Bosna'nın merkezinde, 15. yüzyılda kurulan ve hala kullanılan ünlü Osmanlı çarşısı Baş Çarşı'da bu yerlerden biri.
Başçarşı'nın taş yolundan yürürken hiç yabancılık çekmediğimi söylemeliyim. Taş yolun iki yanındaki küçük samimi dükkanları, başıboş dolaşan kedi ve dost köpekleri, çay, kahve içebileceğiniz tahta tabureli kahvehaneleri, türkçe konuşan tanıdık yüzlü sıcak insanlarıyla çok bildik çok bizden geldi bana bu eski çarşı.
Eğer bir gün yolunuz Saraybosna'ya düşerse: Başçarşı'nın taş sokaklarında Osmanlı'daki şehir kültürünü hissederek dolaşıp, Türkiye'den geldiğinizi duyduklarında yüzlerine kocaman bir gülümseme yayılan içten satıcılardan ufak tefek hediyelikler alıp, yorgunluğunuzu küçük bir bosna kahvehanesinde bosna kahvenizi yudumlayarak atabilirsiniz. Ha, böreklerinden yemeyi de sakın ha unutmayın!
Resimlerden ve anlatımdan anlayabildiğim kadarıyla bir eski dünya havası sezinledim. Böyle bir yerde en azından birkaç günümü geçirmek isterdim...
YanıtlaSilTam da söylediğin gibi Ufuk. Eskiden kalmış, bozulmamış, içten, sıcak bir havası var Başçarşı'nın.
SilUmarım bir gün o sokaklarda gezinebilme ve eski zamanları soluyabilme şansı bulursun.
Umarım, bir gün...
SilGerçekten mükemmel yere benziyo; eski çağlardan kalan her şeyi severim aslında. Bu arada kedinin baktığı fotoğrafa bittim :DDD
YanıtlaSilAh ayni duygu bende de hakim, eski zamanlardan kalan seylerin bir ruhu var gibi hissediyorum. Yasananlar, gecmisten bugune insanlar sanki izler birakmislar her yerinde gibi gibi. Anlatamadkm ama, sen anlamissindir diye dusunuyorum :) Kedicik de o caminin kedisiydi, ne zaman ordan gecsek hep ayni yerdeydi.
Sil